Cemiyette Beyaz Adamların Derbisi…
Uzaklardan…
Aylardan kasım…
Güz zamanlarının yerini kışa bırakmaya hazırlandığı, gri bulutların şehrin üzerini kalın bir yorgan misali kapladığı yağmurlu, kasvetli, sıkıcı bir Londra Pazar’ında… Hyde Park’a sırtını dayamış Marble Arch’dan, Tottenham Court Road’a kadar uzanan Oxford Street sıra sıra dizilmiş ışıl ışıl mağazaları ile sonbahar renklerine bürünmüş alışveriş meraklılarını ağırlıyor. Caddenin güneyinde, eski Plaza’nın hemen karşısında, Wardour Street ile D’arblay Street’in kesiştiği köşede Avrupa’nın en eski Türk Derneği bir futbol günü daha ülkesinden ırak genç futbolseverlere ev sahipliği yapmakta…
“Cemiyet”i doldurmuş gençler birazdan başlayacak, bizden başka hiçbir ülkenin naklen yayınlamaya değer görmediği “Dünya Derbisi”nin (!) heyecanında… Kimilerinde sarı-kırmızı, kimilerinde sarı-lacivert formalar… Fenerbahçe ile Galatasaray kim bilir kaçıncı randevuda… Kombinelerden arta kalan 15 bin bilete 250 bin taraftarın talip olduğunu yazıyor gazeteler. Ancak ülkenin neredeyse tüm statlarının maç günleri boş kalışını yazmıyorlar nedense…
1958’den beri sadece bir Dünya Kupası’nda yer almış ülkenin çocukları bir haftadır bu maçla yatıp kalkıyor, heyecanla bu maçı bekliyor. Avrupa’nın en iyi 6. ligine sahip olduğuna inanan, iki vasat takım arasında oynanan futbol kalitesi düşük bir maçın dünyanın en büyük derbisi olarak gören, Edirne’nin ötesinde yaşanan her hezimeti unutmaya şartlanmış, dermanını her daim eloğullarında arayan bir futbol nesli heyecanla bekliyor.
O maçtan bir saat kadar önce “Düşler Tiyatrosu” Old Trafford’da başlayan Manchester United-Arsenal Premier Lig maçını 200’ün üzerinde ülkede 600 milyona yakın futbolsever izliyor oysa. Bir hafta içinde Liverpool, Dortmund ve Manchester United’la karşılaşan Kuzey Londra takımı, geçen sezonun şampiyonunun karşısında… Maç televizyon ekranlarında ama “Cemiyet”te çok fazla ilgi yok o maça, akıllarda varsa yoksa bizim dünya derbisi… Elinde tuttuğu gazeteden kafasını kaldırırken “Maçın başlamasına daha yarım saat var” diyor gençlerden biri, “zaman da geçmiyor” diye ekliyor. Ekrandaki maça bakmıyor bile. Belli ki sıkıntılı…
***
İzmir’de doğup büyüdüğünü söyleyen genç Fenerbahçeli, yanındaki arkadaşı ile hararetli bir tartışmanın içinde… “Kabullenemiyorum!” diyor arkadaşı, “Kulübü 100 küsur milyon Euro zarara uğratmış, üstelik üç sene Avrupa’dan men edilmemize sebep olmuş birinin yeniden başkan seçilmesini kabullenemiyorum!”
Arkadaşının görüşüne katılmıyor İzmirli, sesini biraz daha yükseltiyor: “Büyük Başkan” diyor, “Bir sene hapis yattı Fenerbahçe için. Az zaman mı bir sene? Hangi başkan yapar bunu? Adam ne yaptıysa kulübü için yaptı!” diyor. Ne yaptıysa Fenerbahçe için… Büyük başkan…
Bu arada ekrandaki Manchester United-Arsenal maçı tüm heyecanıyla devam ediyor. Fakat izleyen kim?
“Fenerbahçe için değil, kendi yaptığı yanlış, pis işler yüzünden hapis yattı” diyor arkadaşı, ama dinlemiyor İzmirli. “Başımızda onun gibi bir başkan olduğu için şanslıyız, O olmasaydı, Fenerbahçe çoktan cemaatin eline geçmişti, Allah başımızdan eksik etmesin” diyor. “Dinlemedin mi? Fenerbahçe Bankası kuracakmış, sonra marina ve AVM de yapacakmış, Real Madrid’den bile güçlü olabilmemiz için sıvamış kolları. Avrupa’nın ilk 5 takımından biri yapacakmış bizi. Dinlemedin mi?” Sesini iyice yükseltiyor: “Bu sezon 9 dalda şampiyonluk sözü verdi, dinlemedin mi?”
“Onun 15 senelik başkanlık döneminde Galatasaray 8 şampiyonluk yaşadı, UEFA şampiyonu oldu, Süper Kupayı aldı, biz ise Avrupa Kupalarından men cezası aldık” diyor sitemkâr arkadaşı. Sonra soruyor o can alıcı soruyu: “Şampiyonluğun sözü mü olurmuş?”
Ama dinlemiyor İzmirli, konuşma hararetlendikçe uzlaşma ihtimalleri giderek zayıflıyor. O gün oynanacak maça, futbola dair şeyler değil şikeye bulaşmış bir başkanın üzerine yapılan konuşmalar yankılanıyor mekanda. Kısa süre sonra diğer Fenerbahçeliler de katılıyor tartışmaya, gençler safını belirliyor: Aziz Yıldırım’ı sevenler ve sevmeyenler! 105 senelik köklü bir kulüp, şikeden sabıkalı bir başkanın etrafında dönüp duran konuşmalarda araya sıkışıp kalıyor sanki…
Maçın başlamasına az kala iyice kalabalıklaşıyor Cemiyet. Sarı kırmızılı formalı gençler hep birlikte mekanın sol tarafında alıyorlar yerlerini. Fenerbahçeliler diğer tarafta maçın başlamasını bekliyor. Stadyumda otururcasına bölünmüşler. Sadece Fenerbahçe ve Galatasaray olarak değil, bölünmüşlük kendi aralarında da. “Büyük derbinin başlamasına az kala” diyor televizon ekranlarındaki ses. Araya reklam giriyor sonra…
***
Maç sonrası “Cemiyet” hızla boşalırken, televizyon kanallarında ne yeşil sahayı, ne futbol topunu görmenin mümkün olmadığı ama saatler sürecek çok bilindik futbol programlarından biri başlıyor. “Nefesleri kesen maçta!” diyor programın sunucusu. Nefesleri kesen maçta! İnanırsanız! Koca bir lig sezonunu iki şişirilmiş derbiye bağlayan bir coğrafyada şimdi Fenerbahçe’nin zaferi kutlanıyor. Sevgili Tanıl Bora’nın aynı gün www.tr.eurosport.com sitesinde yayınlanan kısa söyleşisinde “Beyaz Adamların Derbisi” olarak nitelediği maçı Fenerbahçe kazanıyor. Şike yüzünden UEFA tarafından Avrupa Kupalarından men edilen ama kendi çöplüğünde hiçbir yaptırımla karşılaşmayan Fenerbahçe puan farkını açıyor. Şampiyonlar Liginde adı sanı duyulmamış, bütçe olarak kendisinden çok aşağı Kopenhag hüsranından sonra bu maçı da kaybediyor Galatasaray. “Söylemiştim” diyor İzmirli, “Söylemiştim. Başkan bu sezon 9 dalda şampiyonluk sözü verdi. Bizi Avrupa’nın en büyük beş takımından biri yapacak! Söylemiştim.”
Futbol olduğuna inandırıldıkları koca bir yalanla kandırılmış çocuklar zafer şarkılarını söylüyor şimdi.
Dışarda yağmur hâlâ devam ediyor. Oxford Street hala kalabalık… Arabama doğru yürürken ülke futbolunun zavallı görüntüsünü düşünüyorum. Bu akıl tutulmasında galiba susmak en iyisi…
Ziya Adnan
12 Kasım 2013