Elveda Cesc…
Uzaklardan…
“Herkes bir gün döner hikâyenin en başına…”
Sonunda gitti. Doğup büyüdüğü, ait olduğu topraklara… Artık onun adına yazılmış o müthiş tezahürat yankılanmayacak Emirates Stadı’nda… Artık her transfer sezonunda “gidecek mi, kalacak mı?” sorusu sorulmayacak taraftarlar arasında… Artık takımın yenik duruma düştüğü anlarda gözler onu aramayacak. Sırtında onun adının yazıldığı 4 numaralı forma yok satmayacak. Zira gitti, hep konuşulduğu gibi, hep yazıldığı, hep beklendiği gibi… Yüreğinde sevdasını taşıdığı, pek küçükken dedesinin kucağında o görkemli futbol mabedinde maçlarını izlediği, minicik yaşlarda formasını giydiği o mükemmel takıma. Hiç yadırgamadım gidişini, zira herkes bir gün döner hikâyenin en başına…
Onun acemilikten ustalığa geçişine şahit olmuş bir futbolsever olarak üzgünüm aslında. En azından, Premier Lig’in en iyi orta saha oyuncusunu bir daha Londra’nın o aşina stadında izleyemeyeceğim için… Duvarımda asılı o 4 numaralı kırmızı forma artık sahipsiz kalacağı için…
***
2003 senesinin güz aylarında, öylesine bir kupa maçında, Highbury Stadı’nın yeşil çimenlerine adım attığında oradaydım. İlk kez (A) takım forması giyerek kulüp tarihinin en genç futbolcusu unvanını elde etmişti, çoklarının adını bile bilmediği o küçük çocuk. O gün, önemsiz bir “Lig Kupası” maçında 16 yaşına yeni basmış o orta saha oyuncusunu Rotherham United karşısında izlerken, ilerleyen zamanlarda bir dünya yıldızının doğuşuna şahit olduğumuzu kim bilebilirdi ki?
Takvimler 4 Mayıs 1987’yi gösterirken, Barcelona’nın kuzey doğusunda, Vilassar de Mar kasabasında dünyaya gelmiş, henüz çocuk yaştayken, alt liglerde mücadele eden Mataró takımının miniklerinde oynamaya başlamıştı. Yazılanlara göre, ilk antrenörü, Señor Blai, onu Barca scoutlarından gizleme adına Katalan takımına karşı oynadıkları maçlarda oynatmazmış. Ancak Barcelona’nın onun yeteneklerini keşfetmesi uzun sürmemiş, haliyle hocası da haftanın bir günü Katalan takımıyla antrenmanlara çıkmasına izin vermiş.
1997 senesinde Barcelona’nın akademisine geçiş yapmış. İlk sezonlarında, savunmaya dönük orta saha oyuncusu olarak, Gerard Piqué ve Lionel Messi ile aynı takımda top koşturmuş. Her sezon 30 gol ortalaması ile oynamasına rağmen yıldızlar topluluğu Barca’nın ilk onbirine girmeyi başaramamıştı. Kendisine o yıllarda Barcelona’nın kaptanı Pep Guardiola’yı örnek alan genç futbolcuya, anne ve babasının boşandığı fırtınalı zamanlarda en büyük destek yine Guardiola’dan geldi. O dönemde, Guardiola’nın kendisine verdiği dört numaralı formayı hala sakladığını söylüyor her fırsatta.
Barca’nın ilk 11’inde forma giymesi mümkün olmayınca, 2003 senesinin Eylül ayında soluğu Ada futbolunun o dönem yıldızı parlayan takımı Arsenal’de aldı. Genç yetenekleri bulup çıkarmasıyla namlı “Profesör” lakaplı Fransız teknik direktör yeni bir yıldız adayı katmıştı saflarına. Keşke genç yetenekleri bulup çıkartanlara da bir kupa vermek mümkün olsaydı, “Profesör” de belki o zaman Sir Alex’in gölgesinde kalmazdı.
***
Londra’da geçirdiği ilk zamanlarda, evinden uzak kalmanın zorluğunu fazlasıyla yaşarken, en büyük desteği takım arkadaşı İspanyolca konuşabilen Philippe Senderos’dan gördü. Henüz 16 yaşında, kuzey Londra takımıyla çıktığı antrenmanlarda, o dönemin önemli orta saha futbolcuları Patrick Vieira ve Gilberto Silva’dan çok şey öğrendiği söylenir. 23 Ekim 2003 tarihinde, bir “Lig Kupası” maçında, Rotherham United karşısında ilk kez Arsenal forması giydikten sonra, aynı kupada Arsenal’ın, Wolverhampton Wanderers’ı 5–1 ile geçtiği maçta Arsenal adına ilk golünü attı. O sezon (2003–2004) Arsenal, Premier Lig şampiyonluğunu kazandı, ancak genç futbolcu hiçbir lig maçında forma giymediği için şampiyonluk madalyasını alamadı.
2004–2005 sezonunun başında orta sahanın dinamosu Patrick Vieira’nın sakatlanması ile ilk 11’de forma şansı buldu. Dört maç arka arkaya oynadığı dönemde dikkatleri üzerine çekerken, Arsenal’in 3–0 kazandığı Blackburn Rovers maçında takımının gollerinden birini attı. O gol, onu Arsenal’in lig maçlarında gol atan en genç futbolcu olarak kulüp tarihine yazdırırken, kuzey Londra takımının taraftarları, bu genç İspanyol’u yürekten alkışlıyordu.
2004 senesinin Eylül ayında Arsenal ile profesyonel sözleşme imzalarken, o sezon Şampiyonlar Liginde takımının Rosenborg karşısında 5-1 kazandığı maçta attığı golle Şampiyonlar Ligi tarihinde gol atan en genç ikinci futbolcu ünvanını elde etti.
Giderek parladı Ada futbolunda yıldızı. 24 Kasım 2008’de henüz 21 yaşında Arsenal gibi bir dünya devinin kaptanlığına yükseldi. Sonra her transfer sezonunda Barcelona ile anılmaya başladı adı. Londra’nın kırmızılı takımına gönül verenler, yaz aylarında hep ondan gelecek haberi beklediler. Gazetelerin spor sayfalarında hep o vardı. Son sezonlarda ne gitmek kolay oldu, ne kalmak onun adına. Bir tarafta sevdalısı olduğu, üstelik dünya futbolunun en iyisi olarak gösterilen, örnek aldığı futbol adamının önderliğindeki Barca, diğer yanda “manevi babam” dediği, son sezonlarda para harcamayı sevmemesi yüzünden hedeften hayli uzaklaşmış usta öğretmenin nispeten daha mütevazı takımı ve onu taparcasına seven Arsenal taraftarları…
Son üç sezonda kupalara hasret bir takımın başında sahaya kaptan olarak çıkarken hep alkışlandı, hep sevildi, adına yazılmış şarkılar yankılandı Emirates semalarında…
***
Daha önce de “Buz Adam” Bergkamp’ın ardından yazmıştım buna benzer bir veda yazısını. 2006 senesinin yaz aylarıydı. Tarih ve futbol kokan Highbury’den, para kokan Emirates Stadı’na geçiyordu Arsenal. Şimdilerde Highbury tarih oldu, Bergkamp’tan sonra da onun gibi 10 numara gelmedi o sevilen takıma.
Sonra o müthiş golcü Thierry Henry… Sezon başında düzenlenen Emirates turnuvasında başka bir takımın formasıyla ayak basarken o stada, o alkışlar ona duyulan özlemi anlatıyordu aslında.
Ve geride bıraktığı 212 maçtan sonra şimdi o dört numara…
Elveda Cesc Fabregas…
Mutlu ol doğup büyüdüğün, ait olduğun topraklarda…
Ziya Adnan