Adalet olmadan düzen olmaz!
Uzaklardan…
Fenerbahçe gelecek sezon gerekirse Birinci Lig’de oynar ve hak ederse lige yeniden dönerdi; en azından futbolun da bir adabı olduğunu biraz daha iyi anlamış olarak… En azından biraz daha sempati duyulan bir takım olarak..
Takvimler 14 Mayıs 2006’yı gösterirken, kökleri 1897 yılına uzanan, İtalyan futbolunun devi Juventus 38 maçta 91 puan toplayarak en yakın rakibi AC Milan’ın üç puan önünde tarihindeki 29. şampiyonluğuna erişti. Renklerini Ada futbolunun eski takımlarından biri olan Notts County’den almış, İtalya’da “Vecchia Signora” (Yaşlı Kadın) olarak bilinen siyah-beyazlı takımın taraftarları bir şampiyonluğu daha kutlarken, yakın gelecekte kulübün başına geleceklerden habersizdi.
O şampiyonluktan kısa süre sonra İtalyan gazetelerinde, kulübün genel menejeri Luciano Moggi ve İtalya Hakem Komitesi Başkanı Pierluigi Pairetto arasında gerçekleşen “sakıncalı” telefon görüşmelerinin metinlerinin yayınlanması gündeme bomba gibi düştü. Yürütülen soruşturmalar sonucunda Juventus başkanının, maçlara istediği hakemlerin atanması ve hakem komitesini yönlendirdiği konusunda bulgulara ulaşıldı. 2004-2005 sezonundaki bazı maçlarda şike yapıldığı konusunda şüpheler su yüzüne çıkarken, o sezon 19 maçta şikeye önayak oldukları iddiası ile 41 kişi gözaltına alındı.
Juventus ile birlikte Milan, Fiorentina, Lazio ve Reggina kulüplerinin karıştığı şike skandalının detayları zamanla ayyuka çıkarken, Juventus kalecisi Gianluigi Buffon, üç eski Juventus oyuncusu Antonio Chimenti, Mark Luliano, Enzo Maresca Serie A’da oynanan maçlarda, büyük miktarlarda bahis oynadıkları iddiaları ile sorgulandılar.
4 Temmuz 2006 tarihinde, İtalya Futbol Federasyonu, şikeye karıştıkları gerekçesiyle Juventus ile birlikte dört köklü kulübün Serie A’dan ihraç edilmesini gündeme getirirken, Federasyonu temsil eden savcı Stefano Palazzi, skandalın baş aktörü konumunda görünen Juventus’un Serie C1’e düşürülmesini savunuyordu. Ayrıca 2005 ve 2006 senelerinde, kazanmış oldukları şampiyonlukların da geçersiz sayılması konusunda ısrar ediyordu.
Turin savcılığı, Juventus’un, geçmiş sezonlarda gerçekleştirdiği transferlerin belgelerinde, sahtekârlık yapıldığını, kulübün büyük miktarlarda vergi kaçırdığını, idari işlerinde usülsüzlükler gözlendiğini iddia ediyor, kulübün eski yöneticilerinden Antonio Giraudo, suçlamaların baş zanlısı konumunda gözaltına alınıyordu. Roma’da, GEA adlı futbol menajerliği şirketi de bu soruşturma kapsamında araştırılıyor, futbol yaşamını İtalya’da sürdüren 220 profesyonel futbolcunun bu şirkete bağlı olduğu ortaya çıkıyordu. Şirketin başında, Juventus kulübünün genel menajeri Moggi’nin oğlu Moggis vardı.
Kararlılıkla yürütülen soruşturmanın sonucunda Juventus Serie B’ ye düşürülürken, lige önce eksi 30 puanda başlamasına karar veriliyor, kulübün yaptığı itirazlar sonucu bu ceza eksi 9 puana iniyordu. Son iki sezonda kazanılan şampiyonuklar geçersiz sayılırken, kulüp yaklaşık 31 milyon Sterlin para cezasına çarptırılıyor, kulüp başkanı Luciano Moggi futboldan hayat boyu men ediliyordu. Şikeye karıştığı belgelenen hakemlerin ve yöneticilerin bir kısmı bir sene ile üç sene arasında değişen hapis cezalarına çarptırılırken, suçlu bulunanların hepsi futboldan uzun süre men edildi.
Bu olay futbol tarihine “Calciopoli” olarak geçti.
***
Juventus’un küme düşürüldüğü 2006 yılından yaklaşık beş yıl sonra; güzel ve yalnız ülkemde…
Fenerbahçe “Kurşunlu” Süper Ligin son maçında deplasmanda Sivasspor’u basit kaleci hatalarının öne çıktığı gollerle yenerek şampiyonluk kupasını kaldırıyor, ligi 2. bitirmiş Trabzonspor camiası kendilerini “gönüllerin şampiyonu” ilan ediyordu. Tıpkı Juventus taraftarı gibi, şampiyonluğu kutlayan sarı-lacivertli takıma gönül verenler kulübün yakın gelecekte başına geleceklerden habersizdi.
Önce kulüp başkanı Aziz Yıldırım’ın gözaltına alındığı haberi geldi bir pazar sabahı. Takvimler 3 Temmuz 2011’i gösteriyordu. Arkasından Fenerbahçe Asbaşkanı Şekip Mosturoğlu, Eskişehirspor Teknik Direktörü Bülent Uygun, Sportif Direktörü Ümit Karan, Sivasspor Başkanı Mecnun Odyakmaz, Sivasspor’dan Eskişehirspor’a transfer olan Mehmet Yıldız, Karabükspor’dan Fenerbahçe’ye transfer olan Emmanul Emenike…
Gözaltına alınanların sayısı kısa sürede 49’a ulaştı…
Bu vesileyle, takımıyla sözleşmesi devam eden bir futbolcuyla sezon içinde, üstelik “kritik haftalara” girildiğinde söz kesmenin, üstüne bu futbolcunun Fenerbahçe’ye karşı oynanan maçta yer almamak istememesinin, sezon sonunda da Fenerbahçe’ye transfer olmasının hiç etik olmadığını ben dâhil birkaç spor yazarının daha önceleri dile getirmiş olduğumuzu hatırlatalım…
Henüz şike iddalarının yarattığı toz bulutu dağılmamışken, bu sefer Fenerbahçe taraftarlarının yürüyüşü yansıdı ekranlara. Orta yaşlarda bir bayan taraftar, takımının asla böyle bir tezgâh içinde olmayacağını savunuyordu. Genç bir Fenerbahçe taraftarı ligden çekileceklerini belirtirken, aynı akşam televizyon kanallarının birinde Fenerbahçe ile özdeşleşmiş yorumcu, “Fenerbahçe’siz bir ligin marka değeri olmayacağını” söylüyordu kızgın cümlelerle…
Oysa zaman susmayı ve beklemeyi gerektirirdi. O yüzden bekledim bu yazıyı yazmadan. Toz bulutunun arkasında olanları görebilmek için en azından. Zira ahkâm kesmek için henüz çok erkendi. Kaldı ki nicedir Fenerbahçe dâhil, Türk futbolunun köklü takımlarının haris adamların ellerinde oyuncak haline gelmiş olduğu gerçeği öylece bakıyordu yüzümüze. Kaç zamandır Türk futbolunda kişiler, kulüplerin önüne çıkmıştı.
Oysa kaçınız bilirdiniz Arsenal kulübünün başkanının adını?
Velhasıl tozlu arsalarda sevdalandığımız, adına futbol denilen güzel oyunda dönen para büyüdükçe, gönül verdiğimiz, sevdiğimiz bir spor olmaktan çıkıp, siyah takım elbiseli, zengin adamların güçlerini daha bir perçinleştirdikleri, ortada dönen rakamların baş döndürdüğü bir gayya kuyusu haline geldiğini görmemek, aslında o sevdiğimiz oyuna yapılabilecek en büyük ihanetti.***
Bu yazının yazıldığı saatlerde Aziz Yıldırım’ın tutuklanarak Metris Cezaevi’ne gönderildiği haberi düştü ekranlara. BBC, bu haberi “Turkey football club boss charged” başlığıyla ana sayfasından duyuruyordu. Sonra “hasta Fenerbahçeli” spor yazarı konuşuyordu kanalların birinde; “Fenerbahçe küme düşerse ligin marka değeri ne olur?” diye soruyordu. Hangi marka değeri? Kimseler Türk futbolunun marka değeri abartılmış bir ülke efsanesidir demedi, tıpkı “üç büyükler masalı” gibi… Zaten İçinde her türlü katkı maddesi bulunan bir malın marka değeri kaç kuruş olabilir ki?
Bir başka yorumcu, “Ağlayan 20 milyon insana devlet birşeyler yapmalı!” diyordu. Zengine ve güçlüye ayrı bir kanun olmalıydı bu yoruma göre. Sonra Kulüpler Birliği adına baklayı ağzından çıkardı, köklü Ankara takımın bakkal mentalitesi ile futbol takımı yöneten yaşlı başkanı. Fenerbahçe’nin küme düşürülmemesi gerektiğini üstü kapalı da olsa açıkladı, “tek ses, tek yürek” klişesiyle. Malum müşteri velinimetimizdir zihniyeti!
Hani dediler ya “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diye, siz inanmayın, zira her şey eskisi gibi olacak o köhne tiyatroda. Malum Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir! Başkanı ve yöneticileri şikeye karıştıkları gerekçesiyle mahpuslara atılmış bir takımın, ülkeyi Şampiyonlar Ligi’nde temsil edecek olmasının başka nasıl bir açıklaması olur ki?
Alın işte, 5 Ağustos’ta başlatacaklarmış çivisi çıkmış ligi! Sanki hiçbir şey olmamış gibi! Ezelden hastalıklı Türk futbolunu dekoder satışına endeksleyip tribünleri boş bırakanlar, Fenerbahçe’yi velinimet olarak gören “Ezikler Birliği”, adaleti değil adaletin kendi taraflarından tecelli etmesini isteyen Fenerbahçe taraftarı pek memnun olmuştur bu duruma. Sesi en çok çıkanın haklı sayıldığı, hukuk sisteminde adaleti sağlayamamış bir ülkenin futbolu ne kadar adil olabilir ki zaten? Malum, futbol fena halde hayata benzer!***
Oysa verilecek ceza ne olursa olsun, o ceza aslında kulüplere değil, nicedir kulüpleri kişisel hırslarına oyuncak etmişlere verilmiş olurdu ve Fenerbahçe bu cezadan zarar görecek, küme düşürülecek bile olsa, kökünden, tarihinden ve gücünden hiçbir şey kaybetmezdi. Büyüklüğünden demiyorum, çünkü her takım kendi taraftarı için büyüktür!
Tıpkı o köklü İtalyan takımının kaybetmediği gibi…
Fenerbahçe gelecek sezon gerekirse Birinci Lig’de oynar ve hak ederse lige yeniden dönerdi; en azından futbolun da bir adabı olduğunu biraz daha iyi anlamış olarak… En azından biraz daha sempati duyulan bir takım olarak…
Ve Fenerbahçe’siz bir lig bal gibi de olurdu, tıpkı 2006 yılında Juventus’un olmadığı bir ligin olduğu gibi. Önemli olan, adalet kavramının küçük büyük ayırt etmeden her takım için eşit tecelli edebilmesiydi. Albert Camus’un cümlesini hatırlayalım: “Adalet olmadan düzen olmaz!”
Ve “Ben şampiyonlukların sahada kazanıldığını zannediyordum, yanıldığımı öğrendim. Bundan sonra göreceksiniz!” diye meydan okuyanların, kendini en dokunulmaz görenlerin, arş-ı alaya erdim sanarken tepetaklak olanların yazık hikâyesiydi ders alınması gereken, zira hayat öğretirdi…
Velhasıl büyük dediğin, yeri geldiğinde susmayı, mızmızlanmadan yaşadıklarından ders çıkarmayı, büyük gönüllü olmayı, en kötü zamanlarda bile dik durmayı, düşse bile yeniden ayağa kalkmayı becerebilendi…
Ve sen, ahlaka dair ne biliyorsan futbola borçlusundur…Not: “Mafya babalarının değil, Baba Hakkılar’ın Beşiktaş’ı” diyen tüm Beşiktaşlıları gösterdikleri onurlu duruş nedeniye kutlarım. Budur…
Ziya Adnan
17 Temmuz 2011