Kings Road’da Şampiyonlar Ligi Kupası…
Uzaklardan…
Mayıs 2012. Londra; Kings Road… O pazar günü Batı Londra’nın Sloane Square semtinden başlayıp, Fulham Broadway’a kadar uzanan 3 kilometre uzunluğundaki o görkemli caddeyi dolduranlar, Şampiyonlar Ligi kupasının ilk kez Londra’ya gelişini kutluyordu. Konumu itibarıyla şehrin en zengin bölgesinde yer alan Chelsea’nin, 42.522 kapasiteli Stamford Bridge Stadı’nın çevresi, o kutlamada yer almak, tarihe şahitlik etmek için Kings Road’a akın etmiş taraftarlarla doluydu. Cadde üzerindeki malikaneler, lüks apartmanlar, havalı publar, restoranlar, eğlence mekanları mavi-beyaz flamalar ile donatılmış, az sonra güzergah üzerinden geçecek üstü açık takım otobüsünü karşılamak için sabırsızlanıyordu. O gün, beşinci İngiliz takımı Avrupa’nın en büyük kupasını kazanmış olmanın sevincini yaşıyordu…
O kutlamadan bir önceki gece oynanan maçta, Batı Londra takımı Allianz Arena’da, 69.901 taraftarın önünde Bayern Munih’i penaltılar sonrasında mağlup ederek kupayı kaldırmıştı. O maça, kaptanı ve üç as futbolcusundan yoksun çıkan mavili takım, 107 senelik tarihindeki en büyük zaferini kazanırken, 2008 senesinde Moskova’da oynanan ve penaltılar sonunda kaybettiği Manchester United maçının üzüntüsünü bu kez ev sahibi Bayern Munih’e yaşatıyordu. Maçtan önce Bayern Munihli taraftarların doldurduğu tribünün bir ucundan diğerine asmış olduğu flamada yazılanlar
(“Unser Stadt. Unser Stadion. Unser Pokal.” Bizim şehrimiz, bizim stadımız, bizim kupamız) gerçekleşmiyor, Ada takımı kupayı evine götürüyordu.
O maçta Chelsea, Roman Abramovich’in kulübü satın aldığı 2003 haziran ayından beri geçen zamanda 100. Şampiyonlar Ligi maçına çıkıyordu. Sadece Barcelona, Şampiyonlar Ligi’nde oynadığı 91 maçta 190 puan toplayarak Chelsea’nin rekorunu kırmış, Chelsea’nin o maçlarda toplamış olduğu 180 puanının üzerine çıkmıştı.
Geçtiğimiz sezon İngiltere Federasyon Kupası’nı da kazanan Chelsea, Avrupa’nın en büyük kupasını kaldırırken, Ada futbolunda aynı sezonda iki kupayı kazanan ikinci takım olarak tarihe geçti. (Manchester United 1998-1999 sezonunda üç kupa kazanmıştı).
***
Geç de olsa yazmak istedim bu futbol mucizesini. Zira bu maça dair futbol sitelerinin birinde (www.chelsea.vitalfootball.co.uk) rastladığım şaşırtıcı istatistikler hiç yabana atılacak gibi değildi. 19.05 tarihinde oynanan o tarihi maçı kazanan takımın 1905 senesinde kurulmuş olması tesadüf olabilirdi elbet. Ancak tesadüfler bununla kalmıyordu. İspanyol takımı Atletico Madrid’in UEFA Kupası’nı kazandığı sene, Chelsea tıpkı bu sezon olduğu gibi iki kupa birden kazanmıştı. Şampiyonlar Ligi’nde, geçtiğimiz sezon öncesinde en son Barcelona’yı elemiş olan Inter Milan finale kalmıştı ve kaderin cilvesi, finalde rakibi Bayern Munih takımıydı. O maçta sahadan yenik ayrıldı Alman takımı. Aslında Münih’te oynanan final maçları hiç yaramıyordu Alman takımlarına. Geçmişte Münih’te oynanan finalleri kazanan takımlar (Nottingham Forest, Marsilya ve Dortmund) tıpkı Chelsea gibi tarihlerinde ilk kez kupayı müzelerine götürüyordu.
Batıl inançları güçlü olanları gülümsetecek o şaşırtıcı istatistikler bununla da kalmıyordu. Manchester City’nin Ada’da en son şampiyon olduğu sene, diğer bir İngiliz takımı (Manchester United) Avrupa’da kupa kazanıyordu. Bu sezon kupa kazanamamış olan Manchester United’ın kupa kazanamadığı en son sezon, bir İngiliz takımı (Liverpool) Şampiyonlar Ligi’ni kazanmıştı. Üstelik tıpkı bu sezon ligi ilk dört içinde bitiremeyen Chelsea gibi, Liverpool da o sezon Premier Lig’de ilk dörde girmeyi başaramamıştı.
***
Ve saatler öğleden sonra 5.00’e yaklaşırken, uzaklardan göründü Chelsea’li futbolcularla yöneticileri taşıyan üstü açık otobüsler. 2006 senesinde Arsenal, 2008’de Chelsea formasıyla finale çıkmış, iki finali de kaybetmenin üzüntüsünü yaşamış sol bek Ashley Cole, bu sefer kazanmış olmanın sevincini yaşıyordu. Sezon ortasına kadar Bolton Wanderers takımında lige tutunma savaşı veren Cahill, pek muhtemel Şampiyonlar Ligi madalyası kazandığına inanamıyordu. Maçta üç penaltı kurtaran 1.96’lık dev kaleci Petr Cech, 30. doğum gününü şarkılarla kutlayan taraftarları selamlıyor, cezalı olduğu için o maçta sahada yer alamayan kaptan John Terry, kupayı teknik direktörü Roberto di Matteo ile paylaşıyordu.
Maçtan önce kendisine, 2009 finali öncesinde Pep Guardiola’nun, takımını ateşlemek için “Gladyatör” filmini izlettiği hatırlatılmış; kendisine nasıl bir yöntem uygulayacağı sorulmuştu. “Mutlaka bir şey buluruz, ama sanırım bu bir film olmayacaktır!” cevabını vermişti gülümseyerek. Maçtan sonra, Avrupa’nın en görkemli kupasını kazanan 10. İtalyan teknik direktör olarak tarihe geçerken, İtalya dışında ilk kez bir Avrupa takımı, İtalyan teknik direktörle kupa kazanıyordu.
***
Uzun süre hafızalardan silinmeyecek o sevinç gösterisini izlerken, uzaklarda sezonun son maçında rakip takımın sahasında şampiyon olan, ancak şampiyonluğu saha içinde kutlamak için Başbakan’dan icazet alınan ülkem takımını, maçtan sonra yaşanan pespaye görüntüleri düşündüm. Bir düşünün, Chelsea’nin kupayı almasının engellendiğini, Chelsea başkanı Abramovich’in final sonrası Almanya Başbakanı Angela Merkel’i arayıp, kupayı saha içine almak istediklerini, soyunma odasında kupa almanın uygun olmayacağını, bu sözler üzerine Almanya Başbakanı’nın devreye girerek kupanın saha içinde verilmesini sağladığını… Düşünün, Bayern Munih başkanı Ulrich Höeness’in kardeşinin, o maçtan sonra şampiyon olmuş takımın yöneticilerine, “Edepsizlik yapmayın. Kupanızı bir an önce alıp, defolup gidin. Asabımızı bozmayın!” şeklinde öfkeli hitabını… Düşünün, Avrupa futbolunun en büyük kupasını kazanmış takımın kupayı karanlıkta almak zorunda bırakıldığını…
Ve sonra sorun kendinize, ülkem takımlarının adlarının o görkemli kupanın üzerine yazılmasının neden uzak bir hayal olduğunu… Düşünün, her fırsatta Avrupa’nın en genç nesline sahip olmakla övünen bir ülkenin, tarihte neden o kupanın yakınına bile gelemediğini… Düşünün, dünyanın dört yanında 1 milyara yakın insanın izlediği Şampiyonlar Ligi finalini ve sizin “Dünyanın en büyük derbisi!” olarak adlandırdığınız, ama sizden başka kimsenin izlemeye değer bulmadığı o büyük Türk yalanını…
Ve ondan sonra isterseniz inanmaya devam edin o yalana, o didişmenin içinde izlediğinizi futbol sanmaya…
Ziya Adnan
17 Haziran 2012