Gençlerbirliği teknik direktörü Erkan Sözeri: Kurumsallaşma şart

Gençlerbirliği 1988’den beri 30 yıl aralıksız yer aldığı Süper Lig’den 2017-18 sezonunda 1. Lige düştü. Sezon sonunda görevden ayrılan teknik direktör Ümit Özat’ın yerine takımın eski futbolcularından, o yılların istikrar abidesi, futbolun beyefendisi Erkan Sözeri geldi. Sıcak bir Ankara gününde Necdet Özkazancı’yla birlikte Sayın Erkan Sözeri’yi Gençlerbirliği tesislerinde ziyaret ederek güzel bir futbol söyleşisi yaptık. Biz sorduk, o cevapladı…

Futbola Sitespor’da başladığınızı biliyoruz, futbolculuk yıllarından başlayarak kendinizi tanıtır mısınız?

Futbola 1984’te, 3. Ligdeki Sitespor’un altyapısında başladım. O dönemde alt yapıdan yetişen oyuncular amatör olarak ‘A’ takımda oynayabiliyorlardı. Takımdaki abilerim profesyoneldi, ben de amatör olarak takımda yer aldım. Ertesi sezon Hacettepe Camuzoğluspor’a geçerek profesyonel oldum. Sonrasında 2. Lig takımlarından Gaziantepspor’a transfer oldum. Gaziantepspor’da bir sezon da 1. Ligde oynadım. Sonrasında Trabzonspor’a transfer oldum, o sezon Türkiye Kupasını kazandık. Ertesi sezon Belçikalı Georges Leekens gereve geldi. Kadroda yer bulamayınca hocanın yanına çıktım ve ayrılmak istediğimi söyledim. Görüşme bir dakika sürdü; Leekens gitmek isteyeni tutmayacağını ve gidebileceğimi söyledi. Ben de kamptan ayrıldım. Şimdi düşündüğümde bunun büyük hata olduğunu anlıyorum ve genç oyuncularıma bu tür hataları yapmamalarını tembihliyorum.

Süper Lig ile karşılaştırdığınız zaman alt liglerde çalıştığınız takımlarda karşılaştığınız en büyük zorluklar nelerdi?

Alt liglere indiğinizde maddi sorunlar dışında başka sorunlarla karşılaşıyorsunuz. Hatta parasızlık belki de sonlarda yer alır. Sanırım yönetici profili en önemli sorunlardan birisi. Ben alt liglerdeki kariyerimde birkaç takımdan yöneticiler yüzünden ayrıldım. Teknik direktörler futbol eğitimi almış insanlar ama bazı yöneticiler hiç eğitim almadıkları halde bu işi hocalardan daha iyi bildiklerini sanıyorlar. O zaman ben de şu soruyu soruyorum: “Futbolu benden daha iyi biliyorsanız beni neden hoca olarak takıma getirdiniz?” Bir örnek vereyim Muğlaspor’a gittiğimde dokuz maçta üç puanı vardı ve ligde sonuncuydu. Futbolcularda özgüven diye bir şey kalmamıştı. Kendileriyle bir toplantı yaptım. Futbolcular paralarını alamadıklarını anlatınca, iyi performans gösterirlerse paralarının ödenmesi için uğraşacağımı söyledim. Sonra iyi bir çalışmayla seri galibiyetler aldık. Devre arasında kamptayken futbolcular paralarını alamadıkları için antrenmana çıkmak istemediklerini söylediler. Ben de yanlarında olduğumu ifade ettim. Sonra birkaç yönetici kampa geldi ve elebaşı olarak nitelendirdikleri beş futbolcuyu kadro dışı bırakmamı istedi. Bir futbolcu dahi kadro dışı bırakılırsa görevden ayrılacağımı bildirdim. Kararlarında ısrar edince görevi bıraktım. Bence bir takımda beraber çalışıyorsak “ben” değil “biz” anlayışı geçerli olmalı. Teknik direktör her zaman futbolcular üzerindeki saygınlığını korumalı.

Alt ligleri bir yana bırakalım ama örneğin 1. Ligde birçok kulüp borç batağında… İddaa, televizyon gibi birçok yerden gelirleri olduğu halde bunun sebebi sizce nedir?

Kulüplerin şirket değil dernek statüsünde olmaları bu sorunun ana sebeplerinden birisi bence. 1. Lig’de gelirler Süper Lig’e göre çok az ve giderleri karşılamaktan uzak. Ayağını yorganına göre uzatmak gerekiyor. Ama maalesef böyle olmuyor. Örneğin transferi yapan yöneticiler sonraki kongrede seçilemeyince yük yeni yöneticilerin üzerinde kalıyor. Onların yaptığı borçlanmalar da yükü iyice artırıyor ve borç sarmalı içinden çıkılamaz hale geliyor. Hesapsızca yapılan harcamalardan dolayı kulüp mali sıkıntıya girerse yöneticiler doğrudan sorumlu tutulmalı. Kulüplerde kurumsallaşma ve şeffaflık olmalı.

Gençlerbirliği’ne gelecek olursak, yabancılardan Stéphane Sessègnon için ne düşünüyorsunuz?
Sessegnon çok nitelikli bir oyuncu. Kendisini bırakmak istemedik. Sözleşmesi iyileştirildi, takımda kaldı. Şu anda mutlu…

Basında takımın yaş ortalamasının yüksek olduğu yolunda eleştiriler var. Siz ne düşünüyorsunuz?
Bu eleştirilerin cevaplarını hep verdim, yine cevaplayayım. Örneğin Osmanlıspor maçında 10 kişiyle 1-0 galip oynarken 80. dakikada 18 yaşındaki Berat’I aldım. Selçuk’u da oynatacağız, Berat’ı da… Sadece gençlerle ya da sadece tecrübelilerle şampiyonluğa oynayamazsınız. Uyumlu ve iyi bir takım yaratmalıyız. Süper Lig’e çıkmak için çalışıyoruz. Bu yolda tecrübelilerle gençlerin uyum içinde olduğu ve kaynaştığı bir takım oluşturmak zorundayız.

Daha önce genç takımların antrenman ve maçlarını izlediğimizde gözümüze çarpan bir oyuncu vardı: Rahmetullah. Şimdi ‘A’ takımda.
Rahmetullah, Trabzonspor’daki Abdülkadir tarzında bir oyuncumuz. Kendisiyle devamlı konuşuyorum. Sırası gelecek ve oynayacak. İleride çok iyi bir futbolcu olacak.

► Bu noktada, genç futbolcuların sabırlı ve dengeli bir yaklaşımla geliştirilmeye çalışılması, “ben oldum artık” havasına girmeden deneyim kazanmalarını ve ayaklarının yere daha sağlam basmasını sağlayabilir mi?
Zaten genç futbolcular için en büyük tehlike burada… Oyuncuyu doğru zamanlarda oyuna alarak geliştirmek daha doğru geliyor bana. Örneğin açık farkla yenik durumdayken genç bir futbolcuyu “kurtarıcı” niyetine oyuna alırsanız kazanayım derken kaybedebilirsiniz. Kurtarıcılık konusunda fıkra tadında hoş bir anekdot anlatayım. Trabzonlu bir santrafor var: Şadi Çolak… O zaman Mardinspor’da oynayan Şadi bir maçta yedek kalmış ve takım 3-0 yenik durumda. Bitime beş dakika kala teknik direktör kenarda ısınan Şadi’yi oyuna alıyor ve “Hadi Şadi, göreyim seni!” diyerek sırtını sıvazlıyor. Şadi de hocasına dönüp diyor ki: “Hocam hayırdır, ne yapacağım, üçlük mü atacağım!”

Güzel anekdot. Futbolda 4-4-2, 4-3-3, 4-3-2-1 gibi teknik–taktik ağırlıklı konuların yanında bir de böyle nükteli hoş hikâyeler var. Onları da atlamamak lâzım…
Sistem tabii ki önemli ve maçın gidişatına, rakibin oyununa göre şekilleniyor. Futbolun realitesinde şu var: Oyuncu yardımlaşıyor mu, birlikte oynuyor mu, dar alanda oynamaya çalışıyor mu, bunlar önemli… Örneğin bir hakem hocamızın anlattığı hoş bir olay var. Bir Konyaspor-Ankaragücü maçının son dakikasında Ankaragüçlü futbolcunun attığı şut auta gidiyor ama hakem korner veriyor. Konyasporlu futbolcu hakeme koşarak, “Hocam vallahi, billahi top bana değmedi,” diye itiraz ediyor. Hoca, “Oğlum git, korneri verdim ben, kararımdan dönmem,” diyor. Korner atılıyor ve top havadayken hakem maçı bitiriyor. Bu sefer Ankaragüçlü futbolcular, “Hocam ne var, ne var?” diyerek hakeme koşuyorlar. Hoca da “Telafi var evladım, telafi var!” diyor.

19 Mayıs Stadı yıkılıyor? Yıkılmayıp da Eryaman Stadı bitene kadar devam etseydi iyi olmaz mıydı?
Planlamada sıkıntı var bence. Başkente üç tane butik stat ve bir de büyük stat yakışır. Bunun olmaması için bir sebep yok. Birilerinin taşın altına elini sokması lazım. Bunlar da vizyon gerektiriyor.

Ülkemizde ‘üç büyükler’in hegemonyası futbolun gelişmesine engel oluyor. Avrupa’da durum çok farklı. Her şehrin takımının statları dolduran taraftarları var. Bu da rekabeti beraberinde getiriyor. Asırlık Ankara takımları oynayacak stat bulamıyorlar, maç yapmak için Ankara dışına gitmek zorunda kalıyorlar. Bundan hiç söz eden yok.
Bence çok doğru ama şöyle bir gerçek var: Örneğin Aziz Yıldırım Fenerbahçe başkanıyken bir ara havuz sisteminden ayrılacağını söylemişti. Yanlış hatırlamıyorsam bir yıllık yayın anlaşmasının bedeli 650 milyon dolar civarında… Yayıncı kuruluş yetkilileri, Fenerbahçe’nin ayrılması halinde yayın için bu rakamları veremeyeceklerini ifade etmişlerdi. Dolayısıyla olay tamamen ticaridir.

Ülkenin birçok kentine çok güzel statlar yapıldı ama maçlarda çoğu boş kalıyor. Süper Lig’de 400 adet, 700 adet kombine bilet satan kulüpler var. Çünkü Süper Ligde ve 1. Ligde takımı olan birçok şehirde üç İstanbul takımının taraftarları çoğunlukta.
Futbolseverlerin, aileleriyle birlikte şehirlerinin takımlarının maçlarına gitmesini sağlamak için cazibeyi artırıcı çalışmalar yapılması gerekiyor. Ülkemizde biraz futboldan soğuma var. Bence futboldan soğumamalıyız. Ben şahsen çok seviyorum. Antrenmanlarda zaman zaman futbolcuların arasına karıştığım ve orta yaptığım oluyor. Sevdiğim işi yaptığım için kendimi şanslı sayıyorum. Ama taraftarı çoğaltmak için kaliteyi artırmak gerekiyor.

***

Altyapıda devrim şart

Avrupa’nın üst düzey liglerinde birçok ülkeden yabancı futbolcular oynuyor. Ülkemizde futbol çok sevilmesine rağmen neden dünyanın en iyi liglerine oyuncu gönderemiyoruz? Örneğin Gençlerbirliği’nden bir oyuncu Arsenal’e transfer olsa gururlanmaz mısınız?
Tabii… Mesela genç futbolcumuz Mert’in U 21 Milli Takımına seçilmesi bile beni gururlandırdı.

Cenk Tosun’un Everton’a transferinin yarattığı mutluluk anlatılamaz.
Bence işin özü şu: Hep altyapı altyapı diye konuşuyoruz ama aslında futbolumuzda altyapıdan başlayacak bir devrim gerekiyor. Bu nasıl olabilir? Geçmişinde bu konuda iyi çalışmalar yapmış deneyimli bir teknik adam ve birlikte çalışacağı nitelikli antrenörler…

Buna “altyapının kurumlaştırılması” diyebilir miyiz?
Evet. Örneğin görev yaptığım bir kulübün altyapısında bir çalışmayı izlemeye gitmiştim. Antrenörlerden birisi 10 yaşındaki bir çocuğa “Getir lan o topu!” diye bağırdı. Çocuk topu almaya giderken bir kez daha bağırdı: “Oğlum çabuk getirsene lan!” Altyapının başındaki hocaya dedim ki: “Bakın, siz sadece bir oyuncu yetiştirmiyorsunuz, topluma bir insan hazırlıyorsunuz. Şimdi bir hoca olarak o çocuğa öyle hitap ederseniz, o çocuktan sosyal olarak bir şey beklemeyin. Altyapıda böyle hocalar çalışmamalı. O çocuk, ileride futbolcu olur ya da olmaz, ama yarın büyüdüğünde belki garson, belki muhasebeci, belki de bir şirket yöneticisi olacak. Sizin o davranışınız da sonraki hayatını mutlaka etkileyecek.

Arkadaşınıza, rakibinize iyi davranacaksınız, saygı göstereceksiniz. Altyapıyı yüz gün konuşsak yetmez aslında.

Kısacası altyapıda bir devrim şart.

Ziya Adnan / Necdet Özkazancı
Eylül 2018